“….. da belediye otobüsünün yan yatması sonucu oluşan kazada 3 kişi hayatını kaybetti, 2 kişi de ağır yaralandı. Ölenlerin isimleri Burcu …, Ali Şenkal, Umut Sevcan….”. 2 sene boyunca sürekli o günde yaşadım. Aynı gün, aynı acılar, aynı gözyaşları, aynı pişmanlıklar,aynı cehennem azabı. İlk günlerde ortak arkadaşlarımız: “unutursun ağabey, zaman her şeyin ilacıdır” diyorlardı. Zaman o günlerde bana yan etki yapan bir ilaçtı sanırım. Acılarım ve pişmanlıklarım azalacağı yerde durmadan arttı, arttı…
“ölenlerin isimleri: Burcu…” hayır, o ölmüş olamaz. Hayır, hayır o ölmüş olamaz. Bu kötü bir rüya. Az sonra o gelip beni uyandıracak ve sinirleneceğim. Ufak bir kavga edeceğiz ve ona sarılıp kokusunu içime çekeceğim.
Onu kaybedeli 5 sene oldu. O akşam, aman Allah’ım o akşam onu o otobüse ben bindirmiştim. Kavga etmiştik birkaç gün önce ve “ayrılalım” demiştim, o meşhur inadıyla bana söz vermişti. “son kez, bana son bir şans ver ” demişti. Olumlu ya da olumsuz bir şey söylemedim. Sanki o yaramaz kız akıllanmış, olgunlaşmış gibiydi. Gözlerinde anlamsız bir sevinç vardı. O gün ona karşı çok soğuk davrandım. Hatalarını anlayıp düzeltmesi gerekliydi.
“Artı insanları seviyorum düşmanım dahi olsa” demişti. İnanmadım. Konuşma aralarında sürekli hatalarını yüzüne vurup, artık benim için bittiğini vurgulamak istedim. “karışamazsın bana” dedim. Gözlerini yere eğdi ve yaramaz gülümsemesiyle: “ben gidiyorum, hoş çakal” Azrail’in de yolcuları arasında bulunduğu o otobüs onu benden sonsuza dek almaya gelmişti. O giderken arkamı döndüm ve içimde anlamsız bir acı hissettim. Ona son kez bakmak isteği duyup ona döndüm. Tam o sırada o da bana döndü. Bakıştık. Bir adım attı. Eğer o gece ona soğuk davranmamış olsaydım koşup boynuma sarılırdı belki de. Ama gözlerindeki hüzünlü bakışıyla otobüse yöneldi. Evine doğru yola çıktığını zannetmiştim.
Otobüs yolda freni boşalan bir kamyonla çarpışmış ve otobüs yan yatmıştı. Biriciğim, aşkım, bitanem ise kamyon otobüse çarptığı anda ağır yaralanmış, otobüsün yan yatmasıyla da can vermişti.
Eve geldiğimde televizyon açıktı. Ana haber bülteni arka planındaki kız ona o kadar çok benziyordu ki. Haberi dinlemeden daha onu ne kadar çok düşünüyorum diye geçirdim içimden. Onu özlüyorum galiba ve her yerde onu görüyorum. “Ölenlerin isimleri Burcu…” koltuğa yığılıp kaldım. Hayır, ben öyle duymak istedim. Olamazdı. O beni bırakıp gitmiş olamazdı.
Yanlış duymamıştım. Tüm vücuduma felç inmiş gibiydi, kıpırdaman televizyona bakıyordum. Birkaç dakika sonra olay yerine bağlanan muhabir yan yatan otobüsteki yolcuların eşyaları arasında geziniyordu. Onun çantasını buldu ve açtı. Çantasında mavi bir gül bulan muhabir ne diyeceğini şaşırdı ve anlamsızca başka eşyaların olduğu yöne doğru yol aldı. Beynimden vurulmuşa döndüm. Bir ara eli çantasına gitmişti. Bana gül almış vermeye niyetlenmiş ve ben ona soğuk davranıp hızlı adımlarla ondan uzaklaşınca vazgeçmişti anlaşılan. Sonra koşar adımlarla benim yanımda yürüyordu.
Hiçbir tepki veremedim. Geceleyin gözlerimi tavana dikip öylece uyuyup kaldım. İçimden hep “ne olur rüyama gel” diye ona sesleniyordum.
Yoktu artık o. Bir daha gülen gözleriyle bana “mavi gülüm” demeyecekti, bir daha beni kıskanmayacak, bir daha inat etmeyecekti. Güzel gözleri bir daha benim için ışıldamayacak ve bana “nerde kaldın?” diye sitem etmeyecekti. Peki, kim bana onun kadar içten davranacaktı? Kim gözlerime o kadar manalı bakacaktı? Kim bu garibe onun değer verdiği kadar değer verecekti? Birkaç gün önce ayrılma kararı vermiştim hâlbuki. Ama ayrılsak bile onu uzaktan görme ihtimalim vardı.
Gözlerimden yaşlar süzüldü. Penceremden içeri bir ışık vurdu. Ay ışığıdır diye ağlamaktan sızıp kaldım.
Gelmedi. Kırıldım belki bu gece gelir diye umudumu kaybetmedim. Her geçen gün geleceğini umarak ve gelmeyeceğinden emin onu bekledim. Ölümünü kabul etmedim. Mezarına da gitmedim bu yüzden.
Sonraki gün otobüsün devrildiği alana gittim. Şans eseri onun eserlerinin yazılı olduğu ajandasını buldum. Çantası ve mavi gülü yoktu. Ucu yanmış ajandayı alıp eve gittim. Daha önce bana okuduğu şiirler ve hikâyeler vardı. Hepsini tek tek okudum. Son hikâyesinde ölümünü anlatmıştı. Tüm detaylarıyla. “Öleceğini biliyordu galiba, hissetmiş olmalı” dedim. Hikâyelerinde ve şiirlerinde her mısrasında her cümlesinde benden bahsetmişti. O sevgisini dile getiremeyen biriydi. Ama beni bu kadar çok sevebileceği hiç aklıma gelmemişti. Son kavgamızın nedeni de buydu zaten. Beni sevmediğini düşünmüş olmamdı. Pişmanlığım tüm yüreğimi sardı. Okudukça içimde anlamsız acılar hissettim. Dayanamadım en sonunda acı çekmeye. Ajandayı bir yere sakladım.
Aradan 4 sene geçmişti. Ben onu unuttuğumu zannetmiştim. Bana yakın olan bir kız vardı. Onu sevdiğimi düşünüp, evlenmeye karar vermiştik. Yeni gelinin geleceği evi temizleyen yardımcı kadın dolapta onun ajandasını buldu. Açtı, okumak üzereyken elinden şiddetle çektim. Korktu galiba. Kendini savunurcasına “çöp zannetmiştim” dedi, “kusura bakma bir emanet ” dedim. Yatağıma oturup, onun özlemiyle dertleştim. Kadın odadan çıkmıştı bile. Ağladım. “Neden hiç gelmedim rüyama” dedim. Kızdım. Ajandayı baştan sona okumak için açtım. O sırada evleneceğim kız geldi. Elimdeki ajandayı görüp “bu ne iğrenç şey ya, atsana şunu ” dedi, “sen ne anlarsın ki, rahat bırak beni”…
Gitmişti. İşte o ve ben yalnızdık. Yazdıklarını okuyabilirdim artık. Son sayfalara doğru geldikçe benden bahsettiği sayfalarda dağılmış mürekkep vardı, gözyaşı değdiğini anladım. Onu özlediğimi kabul ettim. Bana vasiyet ettiği sayfayı buldum. Mezarındaki mavi gülleri koparıp sevdiğime vermemi istemişti. “Mavi gülü herkes sever, eminim o kız da sevecektir. Lütfen ikimizin hatırına bu dediğimi yap ve onu üzme, seni seviyorum mavi gülüm…”
Yıkılmıştım. Mezarına gittim, evet gerçekten mavi güller vardı. Koparabildiğim tüm mavi gülleri kopardım. Bir tanesini de ona bıraktım. Eve geldiğimde elimdeki gülleri gören kız arkadaşım: “bunlar ne böyle ya, iğrenç. Ayy hangi çiçekçiden aldın bunları? Berbatlar” demişti. “sana değil zaten bunlar” dedim. Kırıldı. Kavga ettik. Dayanamadım. Beni sevmeyen biriydi zaten. Gitmesini söyledim. Gitti. Yalnızdım artık. Hiç kimsem ve hiçbir şeyim yoktu. Kimsesizdim. Elimde onun bıraktığı ajanda, gözlerim yaşlı okuyarak uyumuş kalmışım. Rüyamda onu gördüm, elinde bir tek mavi gül vardı ve gülümseyerek bana onu uzattı. Sonra da hafif kızgın ifadeyle neden kız arkadaşıma o kadar sert davrandığımı sordu. Gidip ondan özür dilemem gerekliymiş. Uyandım ve yanımda bir tek mavi gül buldum. Mezarından koparmaya kıyamadığım gülü.
Kız arkadaşımın evine gittim. Ona üzgün olduğumu ve tüm her şeyi anlattım. Kızdı, kıskandı onu, sonra da eliyle kapıyı göstererek “defol”mamı emretti. Zaten umurumda da değildi. Ben geçmişte yaşıyordum artık. Onunla o mutlu günlerimizi. Özledim onu. Onunla kavga etmeyi, onu kızdırmayı, aynı anda aynı sözcükleri söylemeyi özledim.
Bugün onun ölümünün 6. yılı. Ben bugün bu duraktan onu ölüme uğurladım. Bak az önce bana sırtını dönüp gitti. Tam bu noktaydım. Tam da burada. Kavga etmiştik. Ama söyleyememiştim, bağıramamıştım ardından.
SENİ SEVİYORUM
Ve oda cevap vermeliydi aynı tonda:
BENDE SENİ MAVİ GÜLÜM.
Ve koşup sarılmalıydım boynuna.
Olsun be gülüm mahşere sakladım kavuşmayı. Bekleyeceğim, beni yanına çağırana dek bekleyeceğim gülüm ve yanına geldiğim zaman boynuna sarılıp tüm gücümle içime çekeceğim kokunu. Bekleyeceğim gülüm, kavuşacağımız anı.